Eğitim olanaklarından yoksun çocukların topluma yararlı bireyler olarak yetiştirilmesi amacıyla 1973 yılında yazar Aziz Nesin tarafından kurulan Nesin Vakfı karanlık dünyaları aydınlatmaya devam ediyor. Geleceğimizi sağlam temeller üzerine oturtmaya çalışan Nesin Vakfı Müdürü Süleyman Cihangiroğlu ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Gazetemiz Yayın Yönetmeni Zafer Kara’nın Rabıta Vakfı ve Çatalca Belediyesi’nin yıkım kararı ile ilgili sorularını cevapladı.
♦ Nesin Vakfı olarak Çatalca’da kaç yıldır hizmet veriyorsunuz?
“1973 yılının 20 Nisan’ında Aziz Nesin bu araziyi satın almış. 1973 yılından önce aslında Aziz Nesin Çatalcalı sayılır. Çünkü defalarca Çatalca’ya gelmiş askerliği döneminde Çatalca’da görev yapmış. Dolayısıyla Çatalca’yı biliyor ve seviyor. Nesin Vakfı’nı kurmak istediğinde de ilk aklına gelen yer Çatalca oluyor. 1973’ten bu yana aslında Nesin Vakfı bir fiil burada.”
♦ 1973 yılından beri Nesin Vakfı burada diyorsunuz. İlk defa mı böyle bir sorun yaşıyorsunuz? Daha önce de sorunlarla karşılaştınız mı?
“Her zaman sorunlarla karşılaşıyorsunuz. Bu kadar büyük bir yapı olunca, söz konusu Aziz Nesin olunca, Nesin Vakfı olunca, kurucusu Aziz Nesin olunca sorunla boğuşmamak elde değil. 1980’lerde Kenan Evren buraya özel müfettiş göndermiş. Defalarca Aziz Nesin buradayken kitapları karıştırılmış, alt üst edilmiş. 1980 darbesinde Aziz Nesin yurt dışındayken bir ekip gönderilmiş buna benzer bir sürü vaka var vakıf tarihinde. Muhtelif basın organları tarafından bir sürü karalama kampanyaları yürütülmüş. Benim de dönem dönem şahit olduklarım var. Çünkü, 1990 yılında Nesin Vakfı ailesine katıldım. Henüz 12 yaşındayken buraya kabul edildim ve o günden buyana Çatalcalıyım. Burada okudum, burada büyüdüm, eş dost arkadaşlarım hep buradan. Bu süreçte benimde defalarca bire bir tanık olduğum onlarca sorun yaşadık. Hiç biri bu kertede olmadı. Nasıl tarif ve ifade edeceğimi aslında çok bilemiyorum. Çünkü bu yaklaşımı hiçbir kesime yakıştıramıyorum. ‘Nesin Vakfı’nı gidelim orada rahatsız edelim’ yaklaşımını başta inanmak istemiyordum. Bu arkadaşların buraya yerleşmesi bir bir buçuk yılı buldu. Bir tarafım ‘ya acaba bunun için mi geldiler’ diye düşünürken bir tarafım da ‘daha neler’ diyordum. Fakat süreç içerisinde gerçekten böyle bir amaçlarının olduğun izlenimini verdiler bize. Bununla ilgili olarak da biz aslında işin bu noktalara böyle basına oraya buraya yansımadan nasıl çözülebilir kısmına da çok kafa yorduk. Bizzat ben çok uğraştım bu konuyla ama ne yazık ki iş bu noktaya kadar varmış oldu.”
♦ Rabıta Vakfı ile ilk sıkıntınız mescit yapılınca mı yaşadınız?
“Hayır, mescitle hiç alakası yok. Onların düşündüğü biçimiyle biz onlara karşı değiliz. Onlar bize karşı, ama biz onlara karşı değiliz, ibadetlerine de karşı değiliz. Onlar bu şekilde algılamayı çok seviyorlar. Çünkü onlar için bu olaylar anladığım kadarıyla halkla ilişkiler çalışması. Nesin Vakfı onlar için halkla ilişkiler bir PR çalışmasının aracı. Bu böyle değil. Böyle olsaydı eğer başından beri biz bu konu ile ilgili olarak adım atardık. Bir buçuk yılı aşkın bu arkadaşlar burada başta geldiklerinde çok hoş bir görüntü veriyorlardı. Sakallı yaşlı amcalar Kuran okuyorlardı. Ben de çocukluğum boyunca babamın Kuran okuma sesiyle uyanırdım her sabah. Dolayısıyla bana çok hoş gelir o ses. Bu yüzdende hiç oralı olmadık bizi rahatsız eden bir tarafı da yoktu. Niye etsin ki? Kim nasıl ibadet etmek istiyorsa, kim nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşasın. Nesin Vakfı da başından beri böyle bir kurum. Aziz Nesin farklı düşünmüyordu. Biz böyle şirin görünelim falan diye değil. Ve böyle yaşamaya devam ederken bir ara böyle ses sistemiyle gecenin 23.00’de bir ibadet sesi gelmiş, o sıra da ben burada değildim. Arkadaşlarım aramışlar, ‘gecenin bu saatinde ses sistemi olmadan veya başka bir zaman yapamıyor musunuz, küçücük arazi burası zaten’ diye. Kendileri de söylüyorlar nitekim burası sekiz dönüm bir arazi. Bir yerden bir yere seslendiğinizde sesinizi duyuruyorsunuz. Ses sistemi ile bunu yapmaya gerek yok ki. Hele ki gece hiç gerek yok. Sonra akabinde çocukların ve gençlerin görüntüleri geliyor ses sistemiyle. Ardından ben aradım onları, dedim ki, ‘Niye böyle bir şey oldu’ Onlarda, ‘Kusura bakmayın Süleyman Bey gençlerin eline geçmiş mikrofon böyle bir şey yapmışlar. Tabi olmaz böyle yapılmaz komşu rahatsız edilmez. Ses sistemine de gerek yoktu aslında küçücük yerde ibadet içinde olsa’ böyle gayet yumuşak bir diyalog geçti aramızda. Ben ilk önce orayı kiraladıklarını sanıyordum. ‘Kimsiniz’ diye sorduğumda ‘Biz Rabıta Vakfı’yız. Biz yeni bir oluşumuz. Biz buraya yerleştik. Buranın sahibi olan kişi burayı bize vakfetti. Bizde burada faaliyetlerimizi yürütüyoruz’ dedi. Ben ‘Özel bir amacınız var mıydı? Nesin Vakfı’nın dibine yerleşmek için’ dedim. ‘Yok estağfurullah öyle bir şey yok, sizde bizde böyle yaşıyoruz’ dedi. ‘Peki’ dedim bu konunun üzerinde durmadım. Böyle bir süre devam etti ama sözünü ettiğim ses sistemi ile ibadetler ve de başkaca gürültüler yapıldı yapılmaya devam edildi. Biz yine üzerinde durmadık. Bir daha da kendilerine bu konuyla ilgili bir şikayette etmedik. Akabinde bana Çatalca halkından, esnaftan ‘Biz orada Nesin Vakfına karşı orada duruyoruz’ şeklinde cümleler gelmeye başladı. ‘Nesin Vakfı’na karşın orada mücadele veriyoruz bize destek olun.’ Bu çok tehlikeli bir söylem, bu kabul edilebilir bir söylem değil. Nesin Vakfı bir yerde hoşgörülü, olgunlukla karşılamaya çalışıyor. Daha kibar üslupla onlara yaklaşıyor ama Nesin Vakfı’nın 50 yıldır nerdeyse yaşadığı bir bölgede siz kalkıp böyle bir düşmanlaştırma söylemi güderseniz bu tehlikeli noktalara gider. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Dolayısıyla Nesin Vakfı’nın ‘Ne yapalım’ demesi mümkün değildir. Nesin Vakfı o zaman ne yaptı? Biz oturup insanlarla konuştuk. Hatta ‘Acaba yanılıyorum mu ben’ diyerek sağ görüşlü tanıdığım Çatalca’da gerçekten inançlı vakfıda seven insanlarla görüştüm. Bu insanlarla görüştüğümde onlarda üzüldüler. ‘Bunu nasıl yaparlar bu Müslümanlığa sığar mı? Nesin Vakfı’nın dibine yerleşiyorlar etrafta böyle mi konuşuyorlar olacak iş değil’ diye. Oraya buraya gidiyoruz, o ana kadar basın kuruluşuna gitmek gibi bir amacım olmadı hiçbir zamanda gitmedim. Gelin burada böyle bir mevzu var demedim, o süreçte. Niye çünkü Nesin Vakfı’nı bu işe alet etmek istemedim burası çocukların evi ve bu çocukları rahatsız edecek herhangi bir şeyden zaten yıllardır kaçınmaya çalışıyoruz. Bunların evi kendilerini huzurlu hissetmeleri lazım. Sürekli tedirginlikle yaşamaları doğru değil. Hep bir başka yolla çözebilirmiyiz diye başvurduk. Birkaç kere daha görüşmeler yaptım fakat bir sonuç alamadım.”
♦ Bu süreci yaşarken mescit yapılıyor muydu? Daha sonra sizde saldırıya uğradınız mı?
“Bu olaylar yaşanırken henüz mescit inşaatı yapılmaya başlanmamıştı. Sadece piknik yeri işletiliyor arka tarafta ibadet ediliyor görüntüsü vardı. Bu konuyla ilgili olarak Çatalca Belediye Başkanı ile görüşmek istedim. Makamına gidip sekreterine not bıraktım. İletildi mi, iletilmedi mi bilmiyorum! Bana geri dönüş de olmadı. Bir yerden çözebilirmiyizi ben aylar öncesi yapmaya çalıştım. Çünkü bu hakikatten kabul edilebilir şey değil. Amiyane tabirle eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmaktır. Siz kendini bilmez birine bu lafları ederseniz oda gelir kendine görev bilir, taşkınlık yapar. Bunun için alim olmaya, müneccim olmaya gerek yok ki. Bunun böyle olacağı bu noktaya geleceği çok belliydi. Çünkü siz baştaki insan olarak böyle insanları bu şekilde teşviklerseniz, dolduruşa getirirsiniz olacağı şey bu. Bundan kaçınmaları yönünde çalışma yürüttük. Akabinde bu arkadaşlar bir inşaata başladılar ne inşaatı olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Size de az önce gösterdiğim fotoğraflarda orada bir kasap reyonu gibi bir şey vardı. Piknik yerinin satış reyonu gibi basitçe bir kulübe vardı ve o kulübeyi yıktılar. Ne kadar güzel çirkince bir şeydi orada, yıktılar dedik. Yıktıkları yeri sonra büyükçe bir yer açtılar. Biz o aşamada şikayette bulunduk. Sadece biz değil Çatalca’da bulunan insanların şikayette bulunduğu duyumunu alıyorduk. Ben şikayetimi Cimer, Kaymakamlık ve Çatalca Belediyesi’ne yaptım. Ana caddenin dibinde yol, yarın öbür gün genişlediğinde nasıl genişletecekler? Dibimizde koca bir inşaat sürdürülüyor. Ne olduğu hakkında hiç kimsenin bir fikri yok. Bir temel var beton dökülüyor ve ben oradan geçerken genç bir arkadaş çalışıyordu ne yapılıyor diye sordum? Bilmiyorum abi dedi. Aslında biliyorlardı ama söylemediler. Zaten böyle kaçak oynadıkları için olay bu noktaya geldi. Alenen yolun dibinde bunu yaptılar. Bizim de mescitmiş şuymuş buymuş meselesi değil. Kaldı ki mescit olduğunu bilsem de bu şikayeti yapardım. İkiyüzlülüğe gerek yok. Mescit diye şikayet yapmayayım diye bir durum yok. Çünkü burada bir çiftte standart var. 800 metre ilerde çiftliğimiz var biz kendi çiftliğimizden kaçıyoruz. Hayvanımız var. Kaçıyoruz niye? Toz duman içerisinde arılarımız ölüyor. Dedik ki ‘çiftliğimizi vakfımıza taşıyalım.’ Kendi oradan toprağımızı oradan getirirken üç kamyon toprak döktüm diye üç defa zabıta kapımıza geldi. Ben temiz tarım toprağı döktüğüm zaman zabıta kapıma dayanıyor. Bu arkadaşlar yolu kapatıyorlar mikseri, pompayı yolun ortasına koyuyorlar, beton döküyorlar bir Allah’ın kulu da ‘Ne yapıyorsun arkadaş’ demiyor. Bu bir çifte standart. Bu olaylar yaşanırken de biz yine basına bir şey söylemedik. Ben yıllık izine ayrılmıştım. Ege tarafındaydım, bir telefon geldi. ‘Ben filanca gazeteden arıyorum” dedi. ‘Buyurun’ dedim. ‘Yanınızda bir şeyler yapılıyormuş bir grup insan yerleşmiş oraya. Biz konuyla ilgili olarak kendileri ile bir görüşme yaptık. Sizinle de görüşme yapmak istiyoruz.’ Ben dedim ki ‘Bir demeç vermek istemiyorum.’ Arayan şahıs ‘Niye’ diye sordu? ‘Çünkü Nesin Vakfı’nın bu işin içine çekmek istemiyorum. Nesin Vakfı onların zora düştüklerinde ya da istediklerinde sarılacakları bir yer değil. Nesin Vakfı onların PR çalışması bir halkla ilişkiler çalışması da değil. Nesin Vakfı’nı bu işin içine sokmak istemiyorum bu yüzden de bir beyanda bulunmak istemiyorum’ dedim. ‘Peki, siz bilirsiniz ama bende habere böyle yazmak zorundayım’ dedi. ‘Nasıl yazmak istiyorsanız yazın’ dedim. Ama dedi ‘Onların beyanı var pekte yenilir yutulur cinsten beyanlar değil’ dedi. Ben de ‘Nasıl yani, bizimle ne alakası var’ dedim. ‘İsterseniz okuyayım size’ dedi. Onlar ‘Biliyoruz Nesin Vakfı şikayet etti bizi, zaten bunlar Nesin Vakfı yüzünden geliyor başımıza, Nesin Vakfı’nda ne döndüğünü biliyoruz. Memleket üç tane ağaçtan yandı bir ufacık mevzudan karışmasın. Orada da kızlı erkekli kalınıyor zaten farklı görüntüler veriliyor. Bizim elimizde de görüntüleri var gibi külhanbeyli edası ile açıklama yapıyorlar’ diyor. Biraz önce söylediğim düşmanlaştırma söylemleri bu sefer alenen basın yolu ile söyleniyor. ‘Gerçekten mi böyle söylediler’ dedim. Gazeteci ‘Evet böyle söylediler’ dedi. Nesin Vakfı’nın da bir yere kadar sabrı, hoş görüsü var. Sustukça, kibarca uyardıkça tepemize çıkma gibi eğilimleri var bu arkadaşların. O zaman biz de basına açıklamalarda bulunduk. Aylarca bu konu da düşmanlaştırma söylemi var. Sürekli olarak kasıtlı olarak belli ki arkadaşlar oraya yerleştiler. Nesin Vakfı’nı rahatsız etmek, Nesin Vakfı üzerinden bir propaganda yapmak amaçları var. Başlarının ilk sıkıştığı noktada ‘Nesin Vakfı’nda ne döndüğünü biliyoruz kızlı erkekli.’ Bu söylem bir suçtur, alenen suç işlediğini itiraf etmektir. Sen hangi hakla benim çoluğumun çocuğum fotoğrafını çekiyorsun ve sonrada bunu bana tehdit olarak kullanıyorsun. Sizin söylememeniz gereken şey şu; ‘Evet yapımız kaçak yada değil. Biz bilmiyorduk, imar barışından faydalanmış bir yapı var. Onu yeniden onaralım yeniden yapalım dedik ama biraz abartmışız bilmiyorduk’ diyeceğiniz tek açıklama bu. Sen kalkıp Nesin Vakfı’na burada düşmanlaştırma söylemlerini aynı zamanda tehditlerini basın yolu ile yapıyorsun. Bu konuyla ilgili olarak bizim bir suç duyurumuz var. Bununla ilgilide sonuna kadar gideceğiz. Mahkeme de o ses kayıtlarını talep edeceğiz. O zaman konuşuruz, gerçekten böyle söylemiş mi söylememiş mi.”
♦ Burada ki kaçak yapıya kim tutanak tuttu? Yıkım kararını kim verdi? Çatalca Belediyesi mi? İBB mi?
“Gidin, bakın belediyeden göreceksiniz. Yasayı bildiğimden değil ama elimdeki tutanak Çatalca Belediyesi’nin. Çatalca Belediyesi bu tutanak çerçevesinde mühürledi ve sonrasında yıkım kararı verdi. Bizde dilekçemizi Çatalca Belediyesi’ne verdik; İBB’ye değil. Çünkü bu işin muhatabı Çatalca Belediyesi. Yıkım olayında da bizim duyduğumuza göre Çatalca Belediyesi’nin ekipmanı olmadığı için yıkım işini İBB’ye devrediyor. Ekipman dediğiniz aslında bir kepçe. Belli ki Çatalca Belediyesi o insanlarla bozuşmamak için böyle yapıyor. Dürüstçe yaşayalım artık. Birbirimize yalan dolan şeylerle gitmeyelim. Çatalca Belediyesi’nin temelde kabahati var. Bu insanların, Rabıta Vakfı’nın da değil. Çünkü insanlar böyle bir şey yapmak isteyebilirler. Bana izin verseler belki apartman dikeceğim ne biliyorsunuz. Size izin verseler kendi arazinize beş katlı bina dikeceksiniz. Öteki cami, kilise yapacak. Bunu denetleyecek olan, imar planlarını yapacak olan, sınırlayacak olan, hepimizin hakkını adaletli bir şekilde dağıtacak olan, hepimize eşit yaklaşacak olan belediyedir. Belediye onlara yürü ya kulum demese istediğinizi yapın demese bu arkadaşlarda bunu yapmayacaklar. Kabahat onların değil temelde Çatalca Belediyesi’nindir.”
♦ Müdürü olduğunuz Nesin Vakfı’nı savunduğunuz için bir gazete sizinle ilgili bir haber yaptı. Röportaj için bizden para istedi diye. Bununla ilgili ne diyeceksiniz?
“Bunu yazan Yeni Akit gazetesi. Bu gazetenin zaten yayınları belli. Nasıl alenen bir sürü insanı hedef gösterdiğini, nasıl taraflıca demeyeceğim, çünkü taraflı demek bile belli bir insaf gerektirir. İnsafsızca haber yaptığını hepimiz biliyoruz. Haber ‘Taciz ve tecavüz yuvası Nesin Vakfı’ diye başlıyor. Böyle başladığınız zaman neyi doğru yazabilirsiniz ki. Neyi gerçekten hakkıyla yazabilirsiniz. Süleyman Bey ve Nesin Vakfı size ne söylese siz onu gerçekten kabul edeceksiniz. Süleyman Bey’in size söylemesine gerek yok ki, siz zaten dilediğinizi yazacaksınız. Başta ben bunlarla görüşmeyi kabul etmedim. Kabul ederimde çünkü kabul edip etmemekle onlar için çok büyük bir fark yok. Onlar zaten yine dilediklerini yazacaklar. Onlara şöyle yazdım; ‘Benimle röportaj yapmak istemişsiniz, 1997 yılında gazeteniz Aziz Nesin’e köpek demişti. Bizde size dava açtık ve kazandık. Bunun sonucunda 10 bin lira tazminat ödemeye mahkum edildiniz. Fakat tam tahsil edileceği sırada şirketin ismini değiştirdiniz bizde tahsil edemedik. 10 bin lirayı yasal faizi ile birlikte 1997 yılından buyana verirseniz öderseniz ben size beyanda bulunurum’ dedim. Hakkımız olan bir şeyi istiyorum aslında. Parayı verselerdi ve ben beyanda bulunsaydım farklı mı yazacaklardı. Hayır! Herhalde ‘Taciz ve tecavüz yuvası Nesin Vakfı’nın kendini bilmez köpek müdürü’ gibi başlık atarlardı. Yeni Akit’ten ne bekliyorsunuz ki. Sözlerini edip adam yerine koymak bile zor bir şey aslında, ağa babalarını biliyoruz. Kendi pisliklerinde boğulsunlar. Gazeteci ile yaptığım yazışmalar duruyor. Akabinde de tehditkar bir üslupla; “Siz bilirsiniz. Bizim amacımız bağcı dövmek değil üzüm yemek. Biz aynen böyle soru sorduk soru sorduğumuz yönetici para istedi diye mesajınızı koyacağız’ diyor. Ama o mesajımı da tam olarak koymuyorlar. Çünkü ‘köpek’ dediklerini bunun sonuncunda da ceza yediklerini söylemek istemiyor. Onu bunu söylemekten kaçınan o kadar korkak insanlar ne olacak ki.” SÖYLEŞİ: ZAFER KARA