Bugün, “Ermeni soykırımı ile yüzleşelim” diye konuşan, yazan ve pankartlarla yürüyen bir kısım siyasiler, sosyal demokratlar tarihte yaşanan gerçekleri yok sayarak Batı’nın çirkin emellerine alet olmaktadırlar.
Rusya, İngiltere, Fransa ve ABD’nin kendi çıkarları için 240 yıldır maşa olarak kullandığı Ermeniler, Türklere, Müslümanlara karşı yaptıkları toplu katliam, suikast gibi suçlarına rağmen hala soykırım iftiralarını öne sürerek Anadolu’dan toprak talep etmektedirler.
Türkler, Ermenilere gerçekten soykırım uygulamış olsa idi, bu sorun Batılı devletler tarafından Belçika – Lahey’deki Yüksek Adalet Divanı’na götürülür ve konu orada karara bağlanırdı.
Ancak, Ermenilerin ve Batılı devletlerin Yüksek Adalet Divanı’na soykırımı kanıtlamak için sunacakları belgeleri yok. Oysa kendi devlet arşivlerinden ortaya çıkarılmış belgeler bile bu iddialarını çürütmeye yetmektedir.Bu nedenle Ermeniler ve Batılı devletler bu konudaki emellerini siyasi baskılarla ve içimizdeki işbirlikçileri kullanarak gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.
Türkler, 1000’li yıllardan itibaren Anadolu’yu savaşarak Bizans İmparatorluğu’ndan almıştır. Türkler, Bizans egemenliği altında yaşayan Ermenilerle savaşmamış ve onlardan toprak almamıştır. Anadolu, en azından 1000 yıldır Türklerin öz yurdudur. Türkler ve Ermeniler bu topraklarda 1000 yıl kadar birlikte yaşamışlardır. Ta ki Batılı devletler Ermenilere el atana kadar…
Ermenilere ilk el atan, Akdeniz’e inmek isteyen Ruslar olmuştur. Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’na göre Ruslar, Osmanlı topraklarındaki Hıristiyanların koruyuculuğunu üstlenmişti. Bundan sonra Osmanlı Ermenileri, kendilerini Rus Çarının tebaası gibi görmeye başladılar. Birçok Osmanlı Ermenisi Rus pasaportu taşımaya başlamıştı. Bu Ermeniler, Rusların ajanları gibiydiler. Her Osmanlı-Rus savaşında Ruslara hizmet ediyorlardı.
Kırım Savaşı’ndan sonra, 30 Mart 1856 günü imzalanan Paris Barış Antlaşması’yla birlikte İngiltere de, Osmanlı Hıristiyanlarının koruyucu rolüne soyunurken durumlarını da araştırmaya koyuldu.
Bu araştırmayı yapan İngiliz konsoloslarından İzmir’deki C. Blunt (1860), Trabzon’daki Palgrave’in (1868) raporları özetle şöyledir: “Şunu kesinkes söyleyebilirim ki, Hıristiyanlar Türklerden çok daha iyi durumdadır”. “Müslüman halka sorumsuz İstanbul Hükümeti sahip çıkmıyor. Hıristiyanların dertleri ise can kulağıyla dinleniyor. Hıristiyanların servet ve refah düzeyleri apaçık ortada…”.
1876–1877 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Bulgarların özerklik kazanması üzerine Ermeni Cemaati, Rus Çarına bağlılıklarını bildirdi ve kendi devletlerini kurmak için yardım istediler. General İgnatieff kendilerine söz verdi. Bu nedenle, 3 Mart 1878 günü imzalanan Kars ve Ardahan’ı Ruslara bırakan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşmasına şu madde eklendi.
“Madde 16: …Babıali, Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde yerel durumun gerektirdiği iyileştirmeleri ve reformları gerçekleştirmeyi ve Kürtler ile Çerkezlere karşı Ermenilerin güvenliğini sağlamayı üzerine alır.”
Ayastefanos Antlaşması, İngiltere’nin hayati çıkarlarına ters düşüyordu. Bu nedenle İngiltere, Ayastefanos Antlaşmasını değiştirecek Berlin Antlaşmasını taraflara imzalatmayı kabul ettirdi. 13 Temmuz 1878 günü imzalanan Berlin Antlaşması ile de Osmanlı Devleti, Ermeniler için reform kararları almayı, Kürtlere ve Çerkezlere karşı korumayı kabul etmişti.
Ermenilerin beklediği, Bulgarlara tanındığı gibi Anadolu’da özerk bir bölge ya da Ermeni Prensliği idi.
Ancak, İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard, Londra’ya şunları rapor etmişti: “Anadolu’nun hiçbir vilayetinde Ermeni çoğunluğu yoktur. Her tarafa dağılmışlar ve Müslümanlarla iç içe yaşıyorlar. Bu nedenlerle Ermeniler için ayrı bir yönetim sistemi, son derece yanlış olacaktır”.
Ermeni özerkliğini bir kenara iten İngilizlerin hedefi, Anadolu’da Ermeniler üzerinden Hindistan modeli bir yönetim şekli oluşturmak idi. Jandarma subayları, yargıçları, defterdarları Avrupalı olan ve İngiltere’ye bağlı bir yönetim…!
Ermeni liderler, İngilizlerin bu tutumlarından sonra Anadolu’dan Türkleri, Müslümanları söküp atmayı düşünmeye başladılar. Amaçları, Doğu’da Ermeni nüfus çoğunluğunu sağlamaktı. Rus yanlısı Ermeniler, Patriklerinin kışkırtmasıyla zaten önceden silahlanmışlar, birçok kanlı isyana da kalkışmışlardı.
Ermeniler, 1890’dan başlayarak 1909’a kadar İstanbul’dan Van’a kadar 40’ın üzerinde il ve ilçede masum Müslüman halka saldırarak katliam yaptılar.
Osmanlı Devleti, Kasım 1914’te 1. Dünya Savaşı’na girince Ermeni çeteleri, Doğu’dan ilerleyen Rus Ordularına katıldı. Osmanlı Ordusunu arkadan vurdular, cepheye silah ve erzak götüren araçlarına saldırdılar. Şubat 1915’ten itibaren Doğu’daki birçok ilde isyan edip Türk, Kürt, Çerkez, Müslüman halkı katlettiler.
Ermenilerin bu ihanetleri karşısında Osmanlı Devleti, 27 Mayıs 1915 günü “Tehcir (Göç ettirme) kararı” aldı. Yani Ermenileri, Osmanlı’nın Halep vilayetine iskan etme kararı. Bu karar gereği 500 bin kadar Ermeni, Osmanlı’nın Suriye’deki topraklarına sevk edildi.
Osmanlı, 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca, Suriye topraklarına gitmiş birçok Ermeni Anadolu’ya geri döndü. Emeni çeteleri Fransız ve İngilizlerle işbirliği yaparak katliamlarına devam ettiler. Türk Ordusunun, Ermeni birliklerine karşı 1920’de kazandığı zaferle, Ermeni katliamlarının önü kesildi.
Fakat Ermenilerin ihanetleri bitmedi; 1921 yılından başlayarak 1994 yılına kadar onlarca Türk devlet adamını, yakınlarıyla birlikte Türk diplomatlarını suikastlarla öldürmeye devam etti.
1992’de Azerbaycan’ın Karabağ bölgesini işgal ettiler, 30.000 Azeri Türkünü katlettiler. 1 milyondan fazla insan yurdunu terk etmek zorunda kaldı.
İşte, tüm gerçeklere rağmen ve bizden hala toprak isteyen Ermenilerin çirkin iftiralarına alet olup “Ermeni Soykırımı İle Yüzleşelim” diyenleri iyi tanıyalım.
Kaynaklar:
- Ermeni Meselesi – Bilal N. Şimşir
- Osmanlı Ermenileri – Bilal N. Şimşir
- Ermeniler: Sürgün ve Göç: Türk Tarih Kurumu