Kalkınmış olan devletlerin tarihine bakarsak, hepsinin önce tarım ve hayvancılığa öncelik ve önem verdiğini, sonra sanayileşmeye yöneldiğini görürüz. Ama tarım ve hayvancılığı hiç ihmal etmediğini de fark ederiz.
Bugün bilgisayar teknolojisinde, otomotiv sektöründe dünyada söz sahibi olan Güney Kore’nin kalkınma hamlesi 1948’ten itibaren tarım ve hayvancılık ile başlamıştı.
Diğer taraftan sanayide en ileri gitmiş ülkeler; ABD, Almanya, Fransa, İtalya, Japonya dünyanın en güçlü tarım ve hayvancılık kooperatiflerine sahiptirler.
Cumhuriyeti’mizin kuruluşundan itibaren başlatılan tarım ve hayvancılık hamlesi ile kendi kendini besleyen bir ülke yaratmıştık. Ancak, 1983’lerden itibaren ABD ve AB’nin yönlendirme ve teşvikleri ile uygulanan “Serbest Piyasa Ekonomisi” sürecinde tarım ve hayvancılığımız çökertilmiş, bitme noktasına getirilmiştir. Bugün, Tarım ürünlerinde 1 milyar dolarlık dışsatım yaparken, 8 milyar dolarlık (samandan kuru fasulyeye kadar) dışalım yapmaktayız.
1998 yılında gıda sektöründe yatırım amaçlı araştırma için İsrail’e gitmiştim. Bir bölgesinde yan yana kurulmuş birçok büyükbaş hayvan çiftlikleri vardı. Her çiftlikte açık alanda 250 büyükbaş hayvan vardı. Görevli olarak aynı zamanda sahipleri olan (baba, oğul gibi) yalnızca iki kişi vardı. Bu iki görevli 250 büyükbaş hayvanın yemlenmesinden, sütlerinin sağılmasına kadar her şeylerinden sorumluydular.
Yalnızca iki kişinin 250 büyükbaş hayvanla baş etmelerinin sırrı, çiftliklerin kendi aralarında iş bölümü yapmalarındaydı. Tüm çiftliklerin yem satın alma, süt satışı, veterinerlik, muhasebe ve diğer işlerin sorumluluğu ayrı ayrı kişilere verilmişti. Yani bir çiftlik sahibi kendi muhasebe işlerinin yanı sıra diğer tüm çiftliklerin de muhasebe işlerini takip ediyordu. Böylece verimliliklerini artırırken maliyetlerini düşürmüşler, satma veya satın almada pazarlık güçlerini dolayısıyla karlarını artırmışlardı.
Başka ülkelerden örnekler verdiğim bu tarım ve hayvancılığı; birbirinden farklı iklim özellikleri olan, ormanları, tarım alanları, meraları, akarsuları, gölleri ve yer altı suları bakımından dünyanın en verimli ülkemizin topraklarında neden yapamayalım?
Çiftçilerimizin faaliyetlerinde tıkandığı iki nokta vardır: (1) maliyetlerinin yüksek olması ve (2) ürünlerini kar edecek fiyattan satamamaları, sonuçta ürettiklerinin karşılığını alamamaları… Çünkü Devlet, tarım ve hayvancılık giderlerinde sübvansiyonu kesmiş, destekleme alımlarına da son vermiş veya çok azaltmıştır. Böylece çiftçi tüccarın insafına terkedilmiştir.
Bu olumsuzluğu aşmanın tek yolu, çiftçilerimizin güç birliği yapmasından geçmektedir. Güç birliği de ancak kooperatifleşme ile sağlanabilir. Gelişigüzel faizsiz krediler, destek primleri hiçbir zaman çözüm olmamıştır.
Kooperatifleşme için yola çıkmadan önce ciddi bir plan yapılmalıdır. Bu plan toplantılarına, konusunda uzman kişiler, akademisyenler, bu işte başarılı olmuş çiftçiler davet edilmelidir. Bu plan içinde:
1-Kooperatiflerin üretim ve/veya satış yapısı, organizasyonu belirlenir.
2-Arnavutköy ve Çatalca’ya özgü ürünlerin (pirinç, kuru fasulye, süt, peynir, tereyağı, inek veya manda yoğurdu, canlı hayvan, kasaplık et vd) içinde hangilerine yoğunlaşılacağı saptanır.
3-Kooperatifleşme için ilk aşamada gönüllü 3-5 köy ortaya çıkar.
4-Çiftçi örgütleri arasında işbirliği sağlama amacıyla kurulan İzmir İli Çiftçi Örgütleri Güçbirliği Platformu‘ndan destek istenir. Başarılı kooperatifler ziyaret edilir, bilgi toplanır.
Kooperatifleşmedeki ilk ve son hedef, doğrudan tüketiciye ulaşmak olmalıdır. Bunun için Kooperatif adına perakende satış noktaları oluşturulmalıdır. İstanbul gibi 15 milyonluk çok büyük bir tüketim alanının yanı başında, üretilen her şeyin satılabileceği bir ortamda, ellerimiz böğrümüzde yok edilmeyi bekleyemeyiz.
33 yıldır ülkemizde uygulanan ve adına “Küreselleşme” denilen serbest piyasa (neoliberal/Derviş-Özal modeli) ekonomisi düzenine karşı ancak bu yolla direnebiliriz. Çünkü bu modelin uygulanması sürecinde çiftçimiz ve hayvancımız, ülkemize yerleşmiş ve tüm kaynaklarımızı kullanan küresel dev şirketlerin altında yok oldu. Küçük çiftçi ve hayvancı güç birliği yapmazsa; çocuklarımızla, torunlarımızla birlikte büyük şirketlerin tarlalarında ırgat, fabrikalarında işçi, ya da inşaatlarında amele olur veya işsiz ve aç kalırız.
Not: Başlatılacak kooperatifleşme çalışmaları içinde gönüllü olarak bilgi ve deneyimlerimi paylaşmaya hazır olduğumu bildiririm.